Çöl

Bavula üç paket tarçınlı ciklet attı. Lucky Strikelarla uzun siyah çorapların arasına bir yerlere düştüler. Afrika'ya gidecek uçak 5 saat sonra kalkacaktı. Sahra'yı yeşillendirme görevini neden kabul ettiğini bilmiyordu. Sahra'yı nasıl yeşillendireceğini hiç bilmiyordu. Zaten bu iş için neden onu, usta bir böcekbilimci fakat botanik ve çöl yeşillendirme konularında tam bir cahil olan bir akademisyeni seçtiklerini aklı almıyordu. Elindeki tek fikir, Afrika'nın iklimini istediği gibi değiştirecek bir İklimsel Kıyamet Makinası yapmaktı, hem daha sonra bu aletle ülke liderlerini tehdit edip dünyayı da ele geçirebilirdi. Bavula hiç yanından ayırmadığı kettleını da koydu. Sıcak kuşburnu çayı olmadan düşünemiyordu. Önce bir nemlendiriciyle başlamak lazım, diye düşündü. Sonra işi büyütüp nemi filan geçer, basbayağı yağmur yağdıracak boyuta çıkardı. Hemen bir kutu Nivea Jojoba yağlı E vitaminli nemlendirici krem koydu bavula. Hem elleri ve dudakları o kuru sıcaklarda çatlarsa da işine yarardı bu krem. Bugüne kadar onu hiç hayalkırıklığına uğratmamıştı, elleri hep yumuşacık gezmişti. Tam kilolarca nemlendiriciyi Sahra'nın tamamına nasıl yayacağını düşünürken kapı çaldı. Gelen alt kapı komşusu Madalyon Hanımdı. Bir fincan Türk kahvesi almaya gelmişti. Halının üzerinde seviştiler. Rahatlamıştı. Bu yeşillendirme meşillendirme işini pek dert etmiyordu artık. Sahra'nın da ne hali varsa görsündü. Hem zaten bu işi ne diye ona, böcekbiliminde tam bir otorite ama botanik ve çöl yeşillendirme konularında körcahil sayılabilecek bir akademisyene veriyorlardı ki? Gitmeyecekti işte. Ağzına bir tane tarçınlı ciklet attı, çiğnemeye başladı. Sigarayı da bırakacaktı, görsünlerdi bakalım, oh olsundu. Bir daha çöl lafı filan duymak istemiyordu.