Irmak Sİrer'İn Köklü Değİşİmİ

Felaket bir başağrısıyla uyandım. Ama nasıl böyle, anlatamam. Gözlerimi açamıyorum, beynim viyuvv viyuvv diye zonkluyor. El yordamıyla kalktım, gözler hala kapalı, masamın üzerindekilerin yarısını yere döktükten sonra aspirin şişesini buldum, o güzelim hapları yerçekiminin vahşi cazibesine bıraktım. Şişeden ağzıma dökülen hapların çıkardığı çakır çukur seslerinden hesapladığım kadarıyla karaciğerimin ancak kaldıracağı dozda durdum. Bir daha votka içersem şerefsizim. Korkarak gözlerimi araladım, ışık gözlerime bıçak gibi, acıyla yararak girdi. "Tamam, tamam," dedim, "sakin ol, şiddete lüzum yok." Kapalı gözlerle banyoya gittim, o loşlukta nihayet gözlerimi kısıkça açabildim. Karşımda çıplak bir adam suratında salak bir ifadeyle bana bakıyordu. "Günaydın," dedim, "hayırlı sabahlar." Öncelikle bütün o sefil bakımsızlığa rağmen her tarafından seksilik akan vücudundan, sonra da Günaydın diyaloğunu benimle Fred ve Ginger mükemmelliğinde senkronize edişinden aynamla karşı karşıya olduğumu anladım. "Ooo," dedim, "Günaydın." Ginger bu hamlemi de sektirmeden tekrarladı elbet.

Bezgin bezgin dişlerimi fırçalarken telefon çaldı. Hem de acı acı çaldı. Önce oralı olmamaya karar verdim, hala gözeneklerimden buharlaşan votkadan mıdır nedir, üzerimde bir üşengeçlik vardı.

Telefon bir kez daha çaldı. Nasıl da haykırıyor ama, duysan, ölüm kalım meselesi sanırsın. Sanki baba telefon evi terketmiş, salondaki çocuk telefon da babaaa, babaaaaargh diye inliyor. Baktım olacak gibi değil, çıplak çıplak gittim kaldırdım ahizeyi.

"Buyrun?" dedim. "Kimsiniz?"

"Paul Auster'la mı görüşüyorum?" dedi telefon. "Bay Paul Auster'la konuşmak istiyordum."

İç çektim. "Yanlış hikayeyi arıyorsun arkadaşım," dedim. "Ayrıca 23 yıl kadar geç kalmışsın aramak için. O yanlış numaranın kahramanı buradan taşınalı yıllar oldu." Ahizenin şaşkın hıçkırıklarını dinlemeden telefonu kapattım.

Göztoplarımın popoları başağrımın ritmiyle ciyaklıyordu. Bu konuda bir şeyler yapmak gerekecekti. Öncelikle aldığım kararı iyice bir vurgulamaya karar verdim. Bir. daha. votka. içersem. şerefsizim. Yavaş yavaş, sindire sindire tekrarlamak önemliydi çünkü bu kararı ilk alışım değildi. İlk alışımın yıldönümünü birkaç ay önce bir şişe votkayla kutlamıştım. Ama geçen çarşambadan beri ilk kez ciddi olduğumu hissediyordum. O sefer de çok ciddiydim de tam anlayamadığım bir takım sebeplerden kararlılığım kırılmıştı. O günden beri aynı cümleyi sarfettiğim dördüncü sabahtı fakat bu kez sesimde bir azim, bir bilgelik seziyordum. Keşfettiğim bu yeni azmimi kutlamak ve alien yumurtaları gibi şişip şişip inen göztoplarımı susturmak için mutfağa doğru yola çıktım.

Bu tehlikeli macera boyunca büyük badireler atlattım. Ayağıma takılan abajuru bir tekmeyle salonun derinliklerinde eşlerini kaybetmiş çoraplarla birlikte yeşermeye gönderdim. Yolda gardroba uğrayıp üzerime bir tişört ve pantalon geçirirken yazın giymiyorum diye üst rafa tıkıştırdığım kazakların saldırısına uğradım. Üç aydır ben uyurken sinsice fısıldaşarak planlarını yapan hain kazaklar, beni zayıf gördükleri bu anı fırsat bilip hep beraber üzerime atladılar. Onbeş dakika boyunca güreştikten sonra Cüneyt Arkın filmlerinden öğrendiğim hızlı çekim karate darbeleri sayesinde güç bela galip çıktım.

Nihayet yorgun argın mutfağa vardığımda, su kaynatmak için ocağa yöneldim. Yalnız bu ocağa ulaşma işini kolay bir mevzu sanmamak lazım. Bakışlarımı mutfak kapısıyla ocak arasında bulunan, içi kirli bulaşık ve su dolu lavabodan ayırmıyordum. Aslında burada hem durumun vahametini aktarabilmek hem de bilimsel tutarlılık adına, bulaşık yerine ekosistem kelimesini kullanmak daha doğru olacak. Bakışlarımı mutfak kapısıyla ocak arasında yaşayan, içinde kompleks bir ekosistem barındıran lavabodan ayırmıyordum. Bildiğimiz bütün fizik kanunlarını ihlal etmekten çekinmediğini farkettiğim günden beri, bu lavaboya büyük bir saygı ve aynı seviyede bir korkuyla yaklaşıyordum. Bir yıl kadar önce, sıcak ve nemli bir Ağustos sabahı, lavabomun enerjinin korunumu yasasını açıkça ihlal ettiğine tanık olmuştum. Bir takım garip maddeler bu kalabalık lavabonun içinde yoktan varoluyorlardı. O gün bu gündür lavabomu kızdırmamaya itina ediyordum.

Kazaklarım benimle boyölçüşemezdi, ama eğer lavabom bana saldırmaya karar verirse sonum kaçınılmazdı, bunu biliyordum. O yüzden sırtımı duvara verip yavaşça lavabonun yanından ocağa doğru süzüldüm, musluğa doğru kibarca "Günaydın efendim" dedim. Lavabonun diplerinden, içindekinin hava olduğunu şiddetle umduğum bir gaz kabarcığı, sıvı fazın yüzeyine doğru çıkarak blömp! etti. "Teşekkür ederim efendim," dedim. Gergin gergin su kaynatıp kahve yaptım, sonra da mutfağı terkettim.

Mutfağa yapılan bir ziyareti daha kazasız belasız atlatmıştım, üstelik çok bilgece bir karar almıştım, neydi tam hatırlamıyordum ama kutlamaya değecek bir şey olduğunu unutmamıştım, ayrıca başım ve gözlerim de hala çatlayacak gibi zonkluyordu, ağrıdan kurtulmam lazımdı. Kahveyi bulduğum boş bir vazoya doldurup, üstünü de yarım şişe votkayla tamamladım, işte bu hem şahane bir kutlama, hem de zırlayan göz köklerine kesin çözüm olacaktı.

Yirmi dakika kadar sonra çok mutluydum. Telefon yalpalaya yalpalaya çaldı, belli ki sarhoştu. "Vay koçum," dedim, "nasıl da çalarmış. Çal bir kez daha be, çal be!" Çaldı hakkaten, içli içli, uzun hava patlatır gibi çaldı. "Yürrü be, gazelini seveyim," dedim. Ama bir yandan da çalışındaki hüzün içime dokundu. "O kadar da duygulu çalma be, beni de ağlatacaksın," dedim, daha da hisli çaldı namussuz. Gözyaşları içinde "Bir daha çal Sam," dedim, "bir daha çal." Çalmadı. "Ulan eşşoğlueşşek, Paul Auster için çalmayı biliyorsun," dedim. "O dayanabiliyorsa ben de dayanabilirim. Çal!" dedim. Biraz tereddüt ettikten sonra tekrar çalmaya başladı Sam. Hiddetlendim, çat diye açtım Sam'i.

"Buyrun?" dedim. "Kimsiniz?"

"Irmak Sirer'le mi görüşüyorum?" dedi Sam. "Bay Irmak Sirer'le konuşmak istiyordum."

"Evet, buyrun, ta kendisi," dedim. "Irmak Sirer malikanesi."

"Irmak oğlum kaç kere çaldırdım, on dakikadır niye açmıyorsun telefonu? Bu ikinci arayışım."

"Paul sen misin? Acayip haberlerim var, çok ciddi kararlar aldım. Bundan böyle bambaşka bir insan olacağım."

"Hah iyi, ben de bu gece içmeye gidelim mi diye aramıştım. Akşam barda buluşuruz, votka martinini içerken anlatırsın uzun uzun."

"Muhteşem bir fikir. Erkenden buluşalım. Yedi gibi mesela. Saat yedi iyi mi?"

"Güzel. Yedide görüşürüz. Bekletme ama."

"Merak etme," dedim. Gözlerim parlıyordu. "Geleceğim."