Kocaman Namık İle Gergedan Prenses
Namık çocukken annesi, babası, keçi ve gergedanla aynı evde büyüyordu. Annesi ve babası yeter artık daha fazla büyümemesini söylüyor, keçi be-eeliyor, gergedan gergiyordu. Fakat Namık duramıyordu. Kafası tavanı delip patlatıyor, boyu uzamaya, bedeni genişlemeye devam ediyordu.
Evde Namık'ı en çok gergedan seviyordu. Bu gidişatın Namık için hayırlı olmayacağını içinde bir yerlerde, en derinlerde sezmişti. Sevgili oyun arkadaşını kurtarmak için bacağından yukarı doğru tırmanmaya başladı. Bunu gören keçi peşinden atladı, gergedanı takibe koyuldu. Çocuklarından vazgeçmeyen anneyle baba da keçinin ardından yola çıktılar. Fakat Namık'ın büyüme hızı, kurtarmak için tırmanan grubun hızını aşıyordu. Buna rağmen kurtarma konvoyu, içlerindeki sevginin sıcaklığına sarılıyor, ilerlemekten vazgeçmiyordu. Her biri Namık'ı ümidi kesemeyecek kadar çok seviyordu. O yüzden düştüler yola, devam ettiler tırmanmaya.
Yolda gergedan ve keçi artık çok genişlemiş bacakta biten otları yiyor, anneyle baba da keçinin sütüyle besleniyordu. Geceleri kıvrılıp yatıyorlardı, anneyle baba bazen ses çıkarmadan sevişiyorlardı. Yıllar böyle geçerken keçi yaşlandı, anneyle babanın üç yeni çocuğu oldu. "Bir gün en tepeye varacağız, ağabeyinizi kurtaracağız" diyorlardı onlara. Çocuklara iyi beslenebilmeleri için yavaş yavaş keçiyi yediriyorlardı, bir gün artık keçiden geriye bir şey kalmadı. Başka bir gün de anneyle baba artık yürüyemeyecek kadar halsiz düştü, biz burada yatalım, dinlenelim artık dediler. Çocuklar ağabeylerine ulaşmanın imkansızlığını, üstelik en tepeye varsalar bile yapabilecekleri bir şey kalmadığını farketmişlerdi. Büyük kardeş geri dönmek için aşağıya yöneldi. Ortanca kardeş o yolu da çok uzun bulup hemen oracığa bir kürkçü dükkanı açtı. Artık bu kocaman ülkede başkaları da vardı, ne kürkünü yüzecek hayvan ne de müşteri bulmakta zorlanıyordu. Küçük kardeş ise kendini hovardalık etmeye, o kent senin bu kent benim dolaşıp şarkılar söylemeye, zar zor kazandığı az biraz parayı derhal kadınlarla çarçur etmeye verdi.
Lakin gergedanın inadı inattı. Bunca yıl sonra bile Namık'tan vazgeçmeyi kabul etmiyordu. Attığı her adımda gözleri yaşarıyor, geçen zamana rağmen en sevdiği arkadaşını yürekten özlemesi geçmiyordu. Bu hırsıyla vara vara sonunda kocaman Pipi'ye vardı. Bu devasa yaratığın bir ucundan diğer ucu görünmüyordu, üzerinde kentler, devletler kuruluydu. Fakat gergedan Pipi'nin Namık'ın bir parçası olduğunu biliyor, bu yüzden sesini içinde duyabiliyordu. Pipi ona şöyle dedi: "Güzel Gergedan, nice yıldır bir eş dilerim, fakat yalnızlıktır lanetim. Sevecek birini bulsam, kendimi teslim edeceğim. Yardım et güzel Gergedan, sensin bir tek beni anlayan." Gergedan da Pipi'ye şöyle cevap verdi: "Nyooorghh ghh". Pipi gergedanca bilmiyordu, ama gergedanın sevgiyle dolu temiz kalbini bütün açıklığıyla görüyordu.
Namık'a olan aşkı, gergedanı da kocaman yaptı, bir anda o küçük gergedan, devasa bir prensese dönüştü. Prensesi gören Pipi, sevgisinin gücüyle ayaklandı, harekete geçti. Üzerindeki ülkeler, saraylar, kentler, şatolar yıkılıverdi. Gergedan şöyle dedi: "Nyooorghh ghh ghh". Nihayet sevenler kavuşabilecekti. Fakat gergedan prensesin aşkı öylesine büyüktü ki, prenses büyümeye devam etti. Gergedan artık Namık'ı karşısında görüyor, fakat onu da aşağıda bırakıp daha yukarılara çıkıyordu. Durmadan büyüyor, dev Namık'ı bile artık ufacık bir nokta gibi görüyordu. Namık ise prensesinin bacağına tırmanmaya çalışıyordu. Bir yandan emekliyor, bir yandan da ağlıyordu. Hayatı boyunca tepeye varamayacağını biliyordu. Gergedan prenses de ağlıyordu. Namık'ı kavuşamayacak kadar çok sevdiğini ancak şimdi anlıyordu.