Post Rock
Burada, bulunduğum bu noktada, bundan 120 yıl sonra da bulundum.
Çorak topraktan kalkan toz gözlerimi yakıyordu. Beton şehrin üzerine pembe bir marşmelov bulutu sis gibi çökmüş, sodyum lambalarından yansıyan ışık ve havadaki pislikle karışarak turuncu-kahverengimsi bir ton almıştı. Burnumda bir karamel kokusu, yoğuştuğu araba camlarındaysa pembe çamurlar bırakıyordu. Gün batıyordu.
Gözlüklerimi taktım. Şehirde kalan üç beş insanın yanına dönmek için sokaklara daldım. Tozlu kaldırımlarda kardelenler açmış, umutsuzca bana bakıyorlardı. Yeraltındaki sığınağa inmeden önce Taksim'den kalanlara baktım. Meydanın üzerinde kocaman bir gökkuşağından pembe sise simler yağıyordu. Taksim taze toprak kokuyordu. Arkamı döndüm ve basamakları indim. İçeride İstanbul'un son sakinleri mutsuz mutsuz dansediyorlardı. 120 yıl önce terkedildiğim masaya geri döndüm, satın aldığım sigaradan bir tane yaktım.
Ama bütün bunlar çok uzun zaman sonraydı. Şimdi bunları düşünmenin sırası değil. Şu anda, şimdi, kendimi tamamen vermem gereken şey, donmuş bedenini beni affetmeye ikna etmek. Ondan hoşlanmadım bile, bebeğim. Güzel olduğunu bile düşünmedim. Dudaklarındaki çiçeklere ve ellerindeki sihirlere kandım. Ayıldığımda onu aramadım bile. Yatağıma dökülmüş yapraklarını çöpe attım. Gitme, bebeğim, gitme aşkım, onu gerçek hayata hiç sokmadım, gitme.