SEMENDER

Ben lisedeyken, bir pazar günüydü, içeride caz çalıyordu, annemle odamda muhabbet ederken içeri babam girdi.

Elinde bir kitap, çocuklar çok güzel bir şiir okudum, size de okuyacağım dedi.

Annemle ben yatağıma oturduk, babam da bir sandalye çekti. Ya Şilili, ya Arjantinli bir şairdi, hatırlamıyorum, ama şiirin adı Semender’di. Uzun bir şeydi.

Tok ve teatral bir sesle okumaya başladı. Babam Siyasal’da okurken Ankara Sanat Tiyatrosu’na dahildi. Dramatik ve güçlü bir şekle sokmayı herhalde orada öğrendiği sesiyle, he-ce-le-re ta-ne ta-ne basarak, vurguları bir sert bir yumuşak vurarak, kaşlarını çatarak okuyordu.

Çok ateşli bir şiirdi Semender. Alev rengi bir semenderi tarif ediyordu. Metaforu boldu, duvarları bir kırmızıya bir sarıya boyuyordu.

Her iki kıtada bir tekrarlanan kısacık bir mısraya ilk kez geldiğinde, babam sesini yükselterek

SEMENDERRRRRRRR

dedi. O tok ve gür ses odamın duvarlarında yankılanırken zaman durmuş gibi geldi bana. Daha önce babam bana veya benim yanımda şiir okumuş muydu hatırlamıyorum. Öyle çok sık yaptığı bir şey değildir. Daha sonra da okudu, belki Semender’in öncesinde de olmuştu bu. Ama olduysa da demek ki daha kırılgan şiirler okumuştu, daha yumuşakça okumuştu. O gün ilk kez tüylerim diken diken oluyordu.

İki kıta daha okudu.

SEMENDERRRRRRRR

Annem ve ben dinlerken, babam okurken, üçlü bir trans halindeymişiz gibi geliyordu bana. Suratımda hayran, şaşkın ve kilitlenmiş bir ifadeyle gözlerimi babamdan alamıyordum.

SEMENDERRRRRRRR

Sevdiğim bir şarkının nakaratını bekler gibi bekliyordum babamın bir sonraki semenderi patlatmasını. O kadar gündelik hayatın dışında bir tecrübeydi ki, mesela kendimi bu kadar değişik bir şey yaparken, normalden bu kadar farklı bir sesle şiir okurken hayal bile edemiyordum. 

SEMENDERRRRRRRR

Bir sürü yönden çok çekingen bir insandır babam. Tanımadıklarının yanında rahat edemez. Çok romantik bir adamdır, anneme hep büyük sevda jestleri yaptı, ama garsonla muhabbetten tut eski arkadaşları arayınca açıp konuşmamaya kadar çok utangaç ve sıkılgandı. Bir dükkanda satıcı yaklaşırsa koşarak kaçardı. Bürokratik işlerin hepsini annem hallederdi. O kadar ki yıllar sonra TC no çıkınca bile onun numarasını kendisi değil annem ezberledi. Fakat bir yandan bu utangaç adam sırf anneme şaklabanlık olsun diye yolun ortasında ayaklarına yan yan basıp yamuk yumuk yürür, annemi utandırmaya çalışırdı. Yapma Muhittin! Ne güzel gülerlerdi. 

SEMENDERRRRRRRR

Dediğim o ki, çok güvendiği ve kaybetmekten artık biraz daha az korktuğu insanların yanında orkide gibi kahramanca bembeyaz açardı, ama balkondan o haşin havalı bahçeye çıktığında bazen birden solar, soğanına geri kaçar, kendini korumaya alırdı. Küçücük bir yaşta dünyaya karşı yapayalnız kalmıştı. İçindeki çiçek o kadar güzel, o kadar kırılgan, o kadar duyarlıydı ki, her yaradan akıttığı nektarlardan çok kalın bir kabuk bağlamıştı. Ben o muhteşem orkideyi çok gördüm. Bana göstermekten hiç korkmadı. Ama o zamanlar hala gençtim, o çiçeği saklayan kalın kabuğa da evimizin dışında çok kez tanık olmuştum. O yüzden, bu şiiri böyle cesurca, bütün benliğiyle yaşaya yaşaya okuyuşuna iyice hayran olmuştum.

SEMENDERRRRRRRR

O gün aşık oldum ben babama. Daha doğrusu çoktan aşıktım ama o gün birdenbire fark ettim ne kadar sırılsıklam olduğumu.

Hayatımın bittiği güne dek ona sıkı sıkıya sarılmak ihtiyacından kurtulamayacaktım. O gün anladım. Büyüdükçe, her çocuğun tecrübe ettiği gibi annem ve babamın mükemmel yaratıklardan tıpkı benim gibi kusur dolu insanlara dönüşmesini izlediğimde bu aşkım körelmedi. Başka insanlarda pek görmediğim şekilde, süper kahraman olmaktan çıkarken en yakın arkadaşıma dönüştü ikisi de. Babama her şeyimi anlattım. Hep anlattım.

SEMENDERRRRRRRR

Sonra babam oldum ben. Bütün güzellikleriyle, hassaslıkları, utangaçlıkları, incelikleri, bilmediği şeyleri bilirmiş gibi sallamaları, yapması gerekenleri ya hiç yapmayıp ya da bokunu çıkarana dek abartmaları, yaratıcılığı, kırılganlığı, yüksek empatisi, içine kapanıklığı ile paket halinde babam oldum. Ona aşık olduğum gibi kendime aşık olamadım, çünkü babam da kendine aşık değildi, çok sert davranır hep kendine. Ben de öyle yaptım, ama en azından benim bir çıkış yolum oldu. Babamla hep gurur duydum. O yüzden babam olduğum için kendimle de gurur duydum, aşık olamasam da.

SEMENDERRRRRRRR

Mesleğinin üstadı olarak bir sürü genç insan yetiştirdi babam, hepsi çok hayrandır kendisine. Ben de genç insanlar yetiştirdim. Ben de iyi çıktım o işte, babam olduğum için. Çok minnettarım ona bu yüzden. Hayatta en çok gurur duyduğum şeylerden birini bana aşık olduğum adam hediye etti.

SEMENDERRRRRRRR

Ben küçücükken günde dört paket sigara içerdi babam. Gece yatak odalarında ışık söndüğünde, uyumadan önce karanlıkta iki tane daha içer öyle uyurdu. Beynimin en derinlerindeki baba imgesi, karanlığın ortasında hafif ve tahmini zor hareketlerle bir oraya bir buraya zıplayan, bazen hafifçe parlaklığı artan kırmızı bir ışık noktası. Yıllar sonra bırakmak zorunda kalıp da bir türlü yapamadığında, gözlerimde yaşlarla ölmenden korkuyorum dedim aşık olduğum adama. O gün bıraktı.

SEMENDERRRRRRRR

Benim çocuğum olmadı. Oğluma Semender şiirini, ya da Nazım Hikmet’i, ya da Cemal Süreya’yı okuyamadım duvarları yankılatarak. Bu yüzden bir gün yatağımın üzerinde kıvrılıp saatlerce hüngür hüngür ağladım.

SEMENDERRRRRRRR

Üniversitedeydim. Kendimi çok zorlarsam bazen kasığım ağrıyordu. Bir gün ağrıyan yerde, kasığımın solunda tuhaf bir tümsek hissettim. Korktum, babama sordum, bu ne baba diye. Sağ tarafta da yok mu dedi. Baktım, daha küçük ama var. Tabii ya, normal bir şey o, korkmana gerek yok, bak bende de var dedi, gösterdi. Bir hafta sonra ikimiz birden çift taraflı kasık fıtığı ameliyatı olduk.

SEMENDERRRRRRRR

Doktora için Amerika’ya gittiğimde, kalkış saatinden dört buçuk saat önce havaalanında oturmuş çay içiyorduk. Yola sabahın beşinde çıkmıştık, çünkü babamda hep korkunç bir ‘ya geç kalırsak’ endişesi olur, gerekenden saatler önce orada olmazsak çok gerilir. Kendisine çekmediğim nadir alanlardan biri bu, ben her yere geç kalırım. Kavga ederiz hep çıkmak için çok mu erken yoksa çok mu geç diye. Zordu ailemden ayrılmak. Sadece ailem değil, en yakın iki arkadaşım onlar benim. Ama kasmıştık tabii kendimizi, köreltmiştik, dayanabilmek için. Ta pasaport kapısında sarılana dek. Önce anneme, sonra babama sarıldım. Sarılıyken babam, Türkiye’yi arkamda bırakmadan önce bana ettiği son sözü söyledi. Biz seninle hep iftihar ettik yavrum dedi. Yol 11 saatti. Yaklaşık on saat boyunca gözyaşım dinmedi.

SEMENDERRRRRRRR

Yıllar sonra Amerika’da çok yalnız kaldığım ve işimden nefret ettiğim bir dönemde, ağır bir anksiyete ve depresyon problemiyle boğuştum. Bir de vize problemim vardı, Amerika'ya hapistim. Tek tek her gün ölümüne bir savaş gibiydi, günün sonuna zor varıyordum. Her sabah annem ve babamı arıyordum. Koy götüne rahvan gitsin Irmak, öyle demeye çalış diyordu aşık olduğum adam. Bir işe yaramıyordu. Gözlerinden bir saat için bile olsa artık böyle hissetmeyeyim diye hayattaki her şeyinden vazgeçmeye hazır olduğu çok net okunuyordu. O bataklıktan yıllarca bocalayarak zar zor çıkabilene dek Facetime’dan da olsa her gün elimi tuttular. Nihayet beş yıl sonra vize işini halledip Türkiye’ye dönebildiğimde saatlerce sarıldık. Hayatımda bu güne dek daha mutlu bir an olmadı.

SE-MEN-DERRRRRRRRRRRRRRRRRRRRR!

Ayağa fırladım. Ufff, çok güzelmiş babacım dedim. Annem de evet valla, harikaymış dedi. O gün aşık oldum ben babama. Daha doğrusu çoktan aşıktım ama o gün birdenbire fark ettim ne kadar sırılsıklam olduğumu.